bugün

entry'ler (1232)

birinci nesil yazar

(bkz: çok iyi çocuklardık biz)

geciken gözyaşı

zurnanın zil olması hallerinde zihnin kör noktalarını aydınlatır.

sonra

hiçbir şey çözmez biriken anılar susuyor

felan felan ...

üryan geldim

bütün ustalardan özür dilemekle birlikte (bkz: kemal dinç) türküye karanlık bir hava katıp türküyü başka bir mecraya sıçratıp içimi yordu.

https://www.youtube.com/watch?v=r2GJQ6MX4sU

kemal dinç

sessiz, sakin sakin , gürüldeyen hatta ürküten bir sesi var bu adamın.

anlamadan kapılıverirsiniz sesinin büyüsüne.

Almanya’da Müzik Lisesi ve Konservatuvar okumuştur. Bir dönem Hollanda’da Rotterdam Codarts Konservatuvarında öğretim görevlisi olarak dersler vermiştir.

şurda da bir röportajı var:

https://www.evrensel.net/...-kimse-kimseyi-dinlemiyor

perestiş etmek

bir insana bok varmış gibi tutulmak, siki tutmak için zemin hazırlamak; rakı masasında yanağına elini dayayarak , boş boş bakmak içim müthiş bir sebep.
Çok çok sevmek işte.

depresif kısa ve anlamsız şiirler

bazen zaman saçılır,
her şeye katlanılır;
kimi zaman,
zamandan
karanlıktan
umuttan da kaçılır...

depresif kısa ve anlamsız şiirler

karanlıkta küller
saçılır,
sensizlikten kaçılır;
ömrüme dokunurdu
bazı bazı bazenler...

depresif kısa ve anlamsız şiirler

karanlıkta saçılan
bazenler,
ömürden kaçar;
küller dokunurken
sessizliğime...

depresif kısa ve anlamsız şiirler

karanlıkta açan
bazenler,
ömürden çalar;
sesime dokurken
küller...

mutluluk bir yanılsamadır

nasılsın, dedi .
hava ne kadar da yıldızlı değil mi , dedim.
burada tam burada seni yıllarca bekledim, dedim.
sessizliğin içinden sıyrıldı bakışları .
kalkalım artık, vakit geç oldu,dedi.

yıldızlar bulutların arkasındaydı...

birinci nesil olabilmek için ne kadar öderdiniz

makul tekliflere açık olduğum bir öneri.

blackbird song

sözleri şöyle olan ecnebi şarkısı :

pack your things, leave somehow
blackbird's song is over now
uh

mouths are dry, river runs
hands are tied, preacher's son
pack your things, leave somehow
blackbird's song is over now
uh

don't be scared ı'm still here
no more time for crying tears

dinleme şeysimiz de ahanda burda :

https://www.youtube.com/watch?v=NxV7C6NELqA

lee dewyze

amerikalı 1986 doğumlu türkücü . oranın popstarında * birinci olmuş hafiften tompalak bir kardeşimiz.

bu kardeşimiz the walking dead'in 4. sezonun 13. bölümünde blackbird song isimli şarkıyı enfes çığırmıştır .

http://www.youtube.com/watch?v=6pP5O9WamKc

ben geldiğimde sen yoktun

Oysa gidişinin tozlu bulutlu karmaşasında yüzün tatsız bir yemek gibi oturmuştu mideme.sonra ellerinden kaybolup giden bir nefesin egzozunu bulaştırmıştım kederliliklerime . her neyse, diye giderken çekipliğini susuşunun kenarından bakıp kaçmıştı o yaramaz hoşçakal ama yakalayamadım , yakalanamadım ; bakakaldım, baktıkça yakalanadım ... sonra izbe bir güneşin gölgesinde bütün rüzgarları kuytularıma aldım ve kuytularında izbeliğin güneşten öfkelenen bir rüzgarın gölgesinde kaldım ... ben sana geldim ama sen yoktun , belki sen geldin ama ben bana gelirken sana rastlayamadım . tırmanırken sensizliğin inişlerine sen yoktun ...

mini etek ve tayt giyilmesinin yasaklanması

(bkz: dervişin fikri neyse zikri de odur)

ayrılık

oğuz bal bu süreci şöyle değerlendirmiş :

Ayrılıktan sonra yapılacak 3 şey;

- Hiç bir şey ... * * *

gerçek dünyaya hoş geldin beşiktaşlı

kötü günler geçirdiğimiz şu günlerde bize bizi anlatan enfes bir yazının başlığıdır , tüm beşiktaşlıların okuması gerekir, anlam çıkarması gerekir .

Gerçek Dünya'ya Hoş Geldin Beşiktaşlı !

24 Mayıs 1980… Tarihinin belki de ‘en kötü Beşiktaş’ı’, 11. sırada bitirdiği sezonun son maçını oynuyor… 11. sıra sizi yanıltmasın; küme düşen 14. Göztepe’nin sadece 2 puan üzeri… Gerçi o zamanlar galibiyete 2 puan veriliyor ama olsun… Rakip Zonguldakspor! Günümüzde çoktandır ortalarda yoklar ama o maçta Beşiktaş’ı yenselerdi; ligi 2. bitirip UEFA’ya gideceklerdi. Ama olmadı… Beşiktaş yine çok kötüydü ama Ercan’ın golüyle kazanmasını bildi, UEFA’ya Fenerbahçe gitti.

Ercan’ın golünde Dolmabahçe yıkılıyordu! Sanki şampiyonluk maçıymışçasına, yine tribünlere iğne atsan yere düşmüyordu. Beşiktaş çok kötüydü ama yalnız değildi… Maç sonunda Rasim Kaptan, “bizi bugünlerde bile yalnız bırakmayan taraftarımıza çok mahcubuz…” diyordu, haklıydı... Çünkü taraftar oraya takımına sitem etmek, küfür etmek, ıslıklamak, ‘sizi topçu yapanın!!!’ demek için orada değildi; Beşiktaş için oradaydı!

Hem o takım, hem de Eskişehir’de sakat sakat maçı tamamlayan Rasim Kaptan; mahcubiyetini sadece 1 yıl sonra giderdi. Beşiktaş 1982 yılında, istanbul’da siyah-beyaz iplik bırakmayacak olan şampiyonluğu yakaladı.

Beşiktaş 1980 yılında küme de düşebilirdi. Belki yurtta hala onun üzerine espriler yapılırdı ancak global anlamda bugünkü kadar prestij kaybı yaşanmazdı; hatta esamesi bile okunmazdı! Beşiktaş bu akşam, adını dünyaya duyurdu ama pek planlanıldığı gibi değil. Zaten tam da bu “dünya kulübü olmak!” hatta onun da öncesinde “ön sayfalarda yer alacak takım olmak” akımlarının sonucuydu bu… Bugün artık dip görüldü, kimsenin kimseyi kandıramayacağı vakit geldi…

Haklı olarak herkes, bombayı bırakıp TFF başkanı olan insana beddualarını sunuyor. Bu yeni bir şey değil zaten. Zira ben bu tehlikeyi, daha ilk başkanlık seçiminde hissettim; 2004’de… “Locaları yıkacam!” ana başlıklı bir popülizm politikası izleniyordu. O gün üyeliğim olsa, yine oy atmazdım. Çünkü bu milletin başına ne geldiyse popülist politikalar yüzünden gelmiştir. Sağ, sağcının nabzına göre şerbet vermiştir; sol da solcunun… Ne tesadüftür ki, ülkenin kurtuluşu da tamamen gerçekleri ortaya koyan Mustafa Kemal sayesinde olmuştur. Ve bu yüzden bazılarınca sevilmemiş, hatta suikast girişiminde bulunulmuştur…

Demirören’i geç… Hatta bugünlerde ‘100 bin üye bize göre değil’, yakın geçmişte ise ‘ibra etmemek bize göre değil!” diyen insanları da geç… Şahıs ve şahıslar, elbet bir gün değişecekti; değişiyor da… Beni asıl korkutan, Beşiktaşlının bu son dönemde yaşadığı (yaşatılan) kimlik problemiydi. Game of Thrones’u izleyenler bilir; orada Theon diye bir arkadaş var; kimlik sorununun nelere yol açacağını güzel koyuyor ortaya…

‘Beşiktaş mücadeledir! Ama Ahmet topçu değil!’, ’30 liraya bilet mi olur Beşiktaş halk takımıdır! Ama Mehmet, Beşiktaş’ın oyuncusu değil!’, ‘Nerede o 90’ların kolej takımı havası… Nedir bu Necip’in hali?’… Evet, bu ve bunun gibi tezat düşünceleri aynı cümle içinde kurmaya başlamıştı Beşiktaşlı. Ona sunulan düzeni, kabul etmişti bir anlamda… Bir yıldız transferiyle, sorular sormayı bıraktı Beşiktaşlı. Yeter! denilen adam, bir anda ‘çıldırt bizi başkan!’ mertebesine yükseldi… Ve bugüne geldik.

Avrupa’dan men edilmek prestij, bu dar zamanda önemli bir para ve 5 yıl boyunca çekeceği sıralama (seri başı olma, üst torbada yer alma şansı vs.) kaybı yaşatmıştır. Düşülen durum felakettir ama bir “son” asla değildir; bilakis bir fırsattır, uyanıştır… Nasıl ki milli mücadele zamanında insanlarımız, ancak Yunanların izmir’e gelip yakıp, yıkmasından sonra durumun vahametini kavramaya başlamış ve Mustafa Kemal’in gerçekçi söylemlerine iştirak etmiştir; aynı durum bu olay sonrası Beşiktaşlıda da yaşanacaktır belki de…

Artık elini taşın altın koyanlara ciddi bir destek zamanıdır. Biliyorum ki, sadece Beşiktaş’ın maddi problemleri için değil, aynı zamanda gelecek takımının da rotasını çizmek için de uğraşıyorlar. Elde kalan mali yapıya uygun şekilde transferlere de başladılar... Emre’yi yazdık ettik, çok iyi bir kazanım. Bugün A2 Milli’de izledik ki; Berat’ın da belli bir kalitesi var. Fizik, mental olarak Sakaryaspor değil, Sampdoria’dan gelmiş gibi… Yine ‘biliyorum ki’ bu oyuncular artık sadece tavsiye üzerine değil; ciddi bir ekip altında izlenip, işlenip alınıyorlar.
O yüzden bırakalım artık karamsarlığı, yeni yapılandırmada tam anlamıyla sağlam duralım. Quaresma’nın trivelası yerine, Berkay’ın yapacağı yatarak müdahaleyi falan alkışlayalım mesela; şimdiden bir fikre sahip değilken “sen kimsin?” demek yerine… Ne kaybederiz? Hiç bir şey… Ama belki kazanırız. Berkay, ya da Berat her neyse; o moralle bir sonraki atakta yine direnç koyar, sonra yine yine yine… Ama “Beşiktaş’ın topçusu değil!” yaftasıyla ilk günden önyargı koymak, belki olacak olanı da oldurmayacak…
Şu günden sonra beğenmediği adamı tribünde ıslıklayan insan da Demirören’den beterdir, aynı derecede Beşiktaş’ın iç bedbahtıdır! Ne oluyor be abi bu adamları ıslıklayınca? Hoca oyundan mı alacak, bir daha takıma mı koymayacak? Tribün ıslıklıyor diye inanıp, sahaya sürdüğü adamı alacak hoca, karaktersizliğin de kitabını yazmış demektir zaten. Maç boyu 1.7 km koşan adamı ıslıkla madem. Kötü şut, kötü orta, kötü pas atan değil; kötü koşan adamdır Beşiktaş’a ihanet eden… Son sezon Karabük, hatta "kuşlara" oynayan iBB; Beşiktaş'dan daha başarılı olmuş iç sahada. Bu mu muhtemeşem, dünyanın kıskandığı taraftarlık? Herkes beğenmediği adamları ıslıklarsa, takım 34 maçını da deplasmanda oynamış olur; bu basit mantığın farkında değil miyiz? Beşiktaş “akıllı” yönetilirse; o kötü pas, kötü şutta ısrarcı olanlar zaten tasfiye edilir zamanla, yerleri de doldurulur. Bunu yapacak mecralar oluşturulmuş durumda…

Gelecek planlamada, alt yapı oyuncularımız da ciddi şekilde yer alacak. Aralarında üzerine plan yapılası oyuncular da çoklukta zaten, yazıyoruz ediyoruz bazen; biliyorsunuz… Bunu takdir edilmek için yapmasam da; sağ olsunlar, çoğunlukla takdir ediliyorum bu konuda ama “Messi çıktı da biz mi oynatmadık?” ya da “La Masia yaptın Fulya’yı bilader” diyeni de çıkmıyor değil. Yahu Messi çıkmasın, ismail çıksın, Fink çıksın, Uğur inceman çıksın, Hilbert çıksın… En kötü, yerli transferde Beşiktaş’ı dışarıya muhtaç etmesinler, bu maddi anlamda ne demek biliyor musunuz? Tabata’da olduğu kadar, Beşiktaş’ın vasat yerlilere ödediği küçük harcamalardır batıran…

Kaldı ki; sen daha Necip’i beğenmiyorsan, belli bir zaman sonra homurdanmaya başlıyorsan: Messi’nin o ortamda çıkacağı varsa da çıkmaz. Tello’nun, şampiyonu tayin edecek El Clasico maçında “iki net gol” kaçırmasına rağmen, kenara alkışlarla alındığı yerde çıkıyor işte Messi… Ki orada da bir tane Messi var zaten. Gerisi; Tello’dur, Cuenca’dır, Montoya’dır… Bizde çıksa “bu muymuş alt yapı?” denilecek adamlardır kısaca…
Beşiktaş, en şaşalı dönemini Metin’le, Feyyaz’la, Ali’yle, Ulvi’yle, Şifo’yla yaşamış bir takımdır. ‘Birinci sayfa takımı’ tabiri de, o yolda gelen oyuncular da oturmamıştır hiçbir zaman, o yama tutmamıştır. Aksine batmışızdır… Beşiktaş’ın gerçeği: Quaresma’nın, Simao, Guti’nin maliyetlerini forma alarak karşılayamamaktır. Bu kanıtlandı zaten, yıldızların düştüğü sezonla bir önceki sezon arasında “saha dışı gelirlerde” pek değişme olmadı… Sevinmedim mi bu adamların gelişine? Sevindim elbette… Ama kafamda “nasıl olacak bu işler?” sorusu hep vardı, kemiriyordu… Bugün gördük ki, boşuna kemir miyormuş... "Muhasebeci misin taraftar mı?" denilen adamlar, haklı çıktı. Ama olsun; uyanalım da varsın şu saatten sonra uyanalım ve özeleştirimizi yapalım. Evvela kendimizi düzeltelim, sonra her şey düzelir zamanla...

FEDA organizasyonu mükemmel… Sokakta bu tişörtle gördüğüm insana sarılasım geliyor… Ama yetmez, bunu hayat felsefesine de dönüştürmek gerekir. Canınızı istemiyoruz zaten Beşiktaş için, o Şeref Bey’lere özgü bir şeydir… Artık şu beklentinizi FEDA edin de, Beşiktaş rahatça yeni ve 'genç' sayfasını açsın; çok şey mi istiyoruz? Ayrıca bu yolun sonu Beşiktaş için başarısızlığın aksine, başarıdır aslında; tarih yalan söylemez.

En başta anlattığım küme düşme ve sonrasındaki şampiyonluk hikayesini ben yaşamadım; 1980’de de, 1982’de de dünyada yoktum henüz. Ama anlattılar, olmak istedim… O Zonguldakspor maçına sadece “Beşiktaş için” gelmiş insanlarla bir arada, omuz omuza durmayı çok isterdim…

Şimdi bizim jenarasyon için de böyle bir fırsat doğdu. Beşiktaş’ın dirilişi için, sadece Beşiktaş’ı düşünelim. Araya kendi nefsimiz girmesin bir müddet… Aksi halde olmuyor, görüyoruz. Uğruna FEDA diyeceğimiz bir camia kalmayacak ortada…

Morpheus’un Neo’ya sarfettiği bir cümle bizler için de söz konusu: Gerçek dünyaya hoş geldin Beşiktaşlı…Matrix'de çok bile kaldın aslında.

http://cartalete.blogspot...hos-geldin-besiktasl.html

3 mayıs 2012 beşiktaş fenerbahçe maçı

görsel *

tırnak kiri

arasında kalmıştı tırnaklarımın sesinin büyüsü ve bir türlü bakamıyordum ellerime sileceğim diye ...

şimdi

az önceden intikam alan, acımasızlık ile beslenen, obez bir zaman hali .oysa az önce Ânı , keşke gemisine binen mavi bir gülücüktü .